MEHMET PAMUK'UN KALEMİNDEN, MAYINLARIN YERİNE İNSAN BOMBALADILAR: TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK KUŞATMASI
Yazının Giriş Tarihi: 30.05.2025 09:17
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.05.2025 09:18
MAYINLARIN YERİNE İNSAN BOMBALADILAR: TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK KUŞATMASI
2000’li yılların başında Türkiye, sınırlarında bulunan mayınları temizleyerek yeni bir tarım devrimine hazırlanıyordu. Devletin resmi söylemi “organik tarım alanları açmak”tı. Ancak zaman içinde bu söylem yerini çok daha farklı, çok daha tehlikeli bir gerçekle yer değiştirdi. Çünkü o mayınların yerine insanlar geldi; o sınırlar artık bir coğrafi çizgiden çok daha fazlası oldu.
Bugün, Türkiye sadece sınırlarında değil, şehirlerinin tam ortasında da bir demografik tehditle karşı karşıya. Milyonlarca sığınmacı, mülteci, göçmen adı altında ülkeye giriş yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Peki bu geliş süreci doğal mıydı? Yoksa planlı bir demografik kuşatma mıydı?
TARİHİ ARKA PLAN: “İNSANİ YARDIM” GÖRÜNÜMLÜ DEMOGRAFİK MÜDAHALE
2011 – FİLİSTİN’DEN İLK BÜYÜK AKIN
2011’de Orta Doğu’da yaşanan dalgalanmalar, Türkiye’nin kapılarını ilk olarak Filistinli mültecilere açtı. Savaş mağdurlarına kapı açmak insani bir gereklilikti, evet; fakat süreç şeffaf yönetilmedi. Kim geldi? Nerelere yerleştirildi? Ne kadar kalacakları planlandı mı? Bu sorular asla net cevap bulmadı.
2012–2016 – SURİYE'DEN MİLYONLARCA GÖÇMEN
2013’ten itibaren Türkiye'ye sığınan Suriyelilerin sayısı birkaç yüz bini aştığında, iş artık geçici misafirlik boyutunu çoktan aşmıştı. Bu geliş, doğrudan savaş koşullarından kaçış değil, savaşın sistemli olarak Türkiye sınırına yönlendirilmesiyle gerçekleşti. Bombalanan sadece Halep ya da Hama değildi; bombaların hedefi, Türkiye’nin demografik yapısıydı.
"MAYINLARI KALDIRDIK, TARIM YAPAMADIK"
Sınırdaki mayınların kaldırılmasının gerekçesi olarak kamuoyuna "tarımsal kalkınma" sunulmuştu. Ancak bugün o arazilerde buğday değil, çadırlar var. Ne pamuk tarlası oldu ne zeytin bahçesi. Sadece kontrolsüz yerleşim alanları oluştu. Mayınların kalkması, topraklarımızı işgale açık hâle getirdi.
2025 – FİLİSTİN’DEN YENİ GÖÇ DALGASI
Bugün tekrar benzer bir senaryo oynanıyor. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik saldırıları bahanesiyle binlerce Filistinlinin Türkiye’ye alınması planlanıyor. Hükümet bunu “vicdani sorumluluk” olarak sunarken, aslında yaşanan şey; bir devletin güvenliğini ve geleceğini, uluslararası ajandalarla takas etmesidir.
OLUMLU YANLAR – İNSANLIK ONURU AÇISINDAN
Türkiye, savaş mağdurlarına kucak açarak insani değerler açısından dünya kamuoyuna örnek teşkil etmiştir.
Birçok insan hayatta kalabilmiş, savaşın dehşetinden kaçabilmiştir.
Bazı topluluklar entegrasyon yoluyla ekonomik katkı sağlamış, iş gücü açığını kısmen kapatmıştır.
OLUMSUZ YANLAR – DEVLETİN STRATEJİK ZAAFİ
Plansız, hesapsız alınan milyonlarca kişi, sosyal dokuyu ve toplumsal uyumu bozmuştur.
Kent güvenliği, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel hizmetlerde çöküş yaşanmıştır.
Kalıcı hale gelen bu nüfus, uzun vadede Türk milletinin kültürel ve etnik yapısını dönüştürecek potansiyele sahiptir.
Sığınmacı politikası, artık bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir.
SONUÇ – BU SADECE BİR GÖÇ DEĞİL, BİR PROJE
Bugün Türkiye'de yaşanan sığınmacı sorunu, sadece savaş mağdurlarının kaçışı değil, büyük bir uluslararası projenin yansımasıdır. Bu projede Türkiye, bir tampon bölgeye dönüştürülmüştür. Üstelik bu kez mayın değil, yoksullukla, çaresizlikle, kültürel ayrışmayla halklar birbirine karşı silahlandırılmıştır.
Her ülkenin bir kapasitesi vardır. Her toplumun bir kaldırma gücü vardır. Türkiye bu kapasitenin sınırlarına çoktan dayanmıştır. Vicdanı değil, vatanı korumanın zamanıdır. Çünkü sınırlarımızdan içeri giren her bilinçsiz göç dalgası, sadece bugünü değil, yarını da ipotek altına alıyor.
OKUYUCUYA SORULAR
1. Sığınmacı ve göçmen politikaları sizce yeterince şeffaf mı yürütülüyor?
2. Türkiye’nin demografik yapısı bilinçli bir şekilde mi değiştiriliyor?
3. 2011'den bu yana yaşanan gelişmeler size bir rastlantı mı yoksa planlı bir senaryo mu gibi geliyor?
4. Mayınlar kaldırıldıktan sonra neden organik tarım yapılmadı da bu alanlar çadırlara ayrıldı?
5. Vicdan ile vatan arasındaki denge nasıl korunmalı?
6. Sizce devletin görevi önce milletini mi korumak olmalı, yoksa tüm dünyaya yardım etmek mi?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
MEHMET PAMUK
MEHMET PAMUK'UN KALEMİNDEN, MAYINLARIN YERİNE İNSAN BOMBALADILAR: TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK KUŞATMASI
MAYINLARIN YERİNE İNSAN BOMBALADILAR: TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK KUŞATMASI
2000’li yılların başında Türkiye, sınırlarında bulunan mayınları temizleyerek yeni bir tarım devrimine hazırlanıyordu. Devletin resmi söylemi “organik tarım alanları açmak”tı. Ancak zaman içinde bu söylem yerini çok daha farklı, çok daha tehlikeli bir gerçekle yer değiştirdi. Çünkü o mayınların yerine insanlar geldi; o sınırlar artık bir coğrafi çizgiden çok daha fazlası oldu.
Bugün, Türkiye sadece sınırlarında değil, şehirlerinin tam ortasında da bir demografik tehditle karşı karşıya. Milyonlarca sığınmacı, mülteci, göçmen adı altında ülkeye giriş yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Peki bu geliş süreci doğal mıydı? Yoksa planlı bir demografik kuşatma mıydı?
TARİHİ ARKA PLAN: “İNSANİ YARDIM” GÖRÜNÜMLÜ DEMOGRAFİK MÜDAHALE
2011 – FİLİSTİN’DEN İLK BÜYÜK AKIN
2011’de Orta Doğu’da yaşanan dalgalanmalar, Türkiye’nin kapılarını ilk olarak Filistinli mültecilere açtı. Savaş mağdurlarına kapı açmak insani bir gereklilikti, evet; fakat süreç şeffaf yönetilmedi. Kim geldi? Nerelere yerleştirildi? Ne kadar kalacakları planlandı mı? Bu sorular asla net cevap bulmadı.
2012–2016 – SURİYE'DEN MİLYONLARCA GÖÇMEN
2013’ten itibaren Türkiye'ye sığınan Suriyelilerin sayısı birkaç yüz bini aştığında, iş artık geçici misafirlik boyutunu çoktan aşmıştı. Bu geliş, doğrudan savaş koşullarından kaçış değil, savaşın sistemli olarak Türkiye sınırına yönlendirilmesiyle gerçekleşti. Bombalanan sadece Halep ya da Hama değildi; bombaların hedefi, Türkiye’nin demografik yapısıydı.
"MAYINLARI KALDIRDIK, TARIM YAPAMADIK"
Sınırdaki mayınların kaldırılmasının gerekçesi olarak kamuoyuna "tarımsal kalkınma" sunulmuştu. Ancak bugün o arazilerde buğday değil, çadırlar var. Ne pamuk tarlası oldu ne zeytin bahçesi. Sadece kontrolsüz yerleşim alanları oluştu. Mayınların kalkması, topraklarımızı işgale açık hâle getirdi.
2025 – FİLİSTİN’DEN YENİ GÖÇ DALGASI
Bugün tekrar benzer bir senaryo oynanıyor. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik saldırıları bahanesiyle binlerce Filistinlinin Türkiye’ye alınması planlanıyor. Hükümet bunu “vicdani sorumluluk” olarak sunarken, aslında yaşanan şey; bir devletin güvenliğini ve geleceğini, uluslararası ajandalarla takas etmesidir.
OLUMLU YANLAR – İNSANLIK ONURU AÇISINDAN
Türkiye, savaş mağdurlarına kucak açarak insani değerler açısından dünya kamuoyuna örnek teşkil etmiştir.
Birçok insan hayatta kalabilmiş, savaşın dehşetinden kaçabilmiştir.
Bazı topluluklar entegrasyon yoluyla ekonomik katkı sağlamış, iş gücü açığını kısmen kapatmıştır.
OLUMSUZ YANLAR – DEVLETİN STRATEJİK ZAAFİ
Plansız, hesapsız alınan milyonlarca kişi, sosyal dokuyu ve toplumsal uyumu bozmuştur.
Kent güvenliği, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel hizmetlerde çöküş yaşanmıştır.
Kalıcı hale gelen bu nüfus, uzun vadede Türk milletinin kültürel ve etnik yapısını dönüştürecek potansiyele sahiptir.
Sığınmacı politikası, artık bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir.
SONUÇ – BU SADECE BİR GÖÇ DEĞİL, BİR PROJE
Bugün Türkiye'de yaşanan sığınmacı sorunu, sadece savaş mağdurlarının kaçışı değil, büyük bir uluslararası projenin yansımasıdır. Bu projede Türkiye, bir tampon bölgeye dönüştürülmüştür. Üstelik bu kez mayın değil, yoksullukla, çaresizlikle, kültürel ayrışmayla halklar birbirine karşı silahlandırılmıştır.
Her ülkenin bir kapasitesi vardır. Her toplumun bir kaldırma gücü vardır. Türkiye bu kapasitenin sınırlarına çoktan dayanmıştır. Vicdanı değil, vatanı korumanın zamanıdır. Çünkü sınırlarımızdan içeri giren her bilinçsiz göç dalgası, sadece bugünü değil, yarını da ipotek altına alıyor.
OKUYUCUYA SORULAR
1. Sığınmacı ve göçmen politikaları sizce yeterince şeffaf mı yürütülüyor?
2. Türkiye’nin demografik yapısı bilinçli bir şekilde mi değiştiriliyor?
3. 2011'den bu yana yaşanan gelişmeler size bir rastlantı mı yoksa planlı bir senaryo mu gibi geliyor?
4. Mayınlar kaldırıldıktan sonra neden organik tarım yapılmadı da bu alanlar çadırlara ayrıldı?
5. Vicdan ile vatan arasındaki denge nasıl korunmalı?
6. Sizce devletin görevi önce milletini mi korumak olmalı, yoksa tüm dünyaya yardım etmek mi?