Günlerden bir gün Amerika başkanı Bill Clinton, İngiltere başbakanı Tony Blair ve merhum eski başbakanımız Bülent Ecevit bir davette ayaküstü sohbet ederlerken, konu çalışanlarına verdikleri asgari ücrete gelir.
Bill Clinton: Ben çalışanlarıma ayda 8.000 dolar maaş veriyorum. 2.000 dolar giderleri oluyor. Geriye 6.000 dolar ile zevki sefa sürüyorlar.
Tony Blair: İnanın ben daha iyisini yapıyorum. Ayda 10.000 pound maaş veriyorum. 2000 pound giderleri var. Geriye kalan 8.000 pound ile çok mutlu yaşıyorlar.
İkisi birlikte dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e bakarlar.
Ecevit: Bana bakmayın öyle! Ben ayda 25.000 lira veriyorum. Onlar en az 35.000 lira kredi kartı ödüyorlar. İnanın, o 10.000 lirayı nerden buluyorlar ben de bilmiyorum.
Sayılara çok takılmayın fıkra az biraz trajikomik. Gerçekler ise alt satırlardaki gibi.
Ben bu yazıyı yazarken bilgisayarımdaki klavye tuşlarına Orhan Gencebay şarkısı eşlik ediyor. Tavsiye ederim siz de bu yazıyı okurken dinleyin lütfen! Şarkının adı “Yazıklar Olsun.” Bu arada şarkı bitti, baştan alıyorum. Ne güzel söylüyor ya “ Kula kulluk edene yazıklar olsun… “
Geçen onca yüz yıla bakınca değişen hiçbir şey olmamış değil mi?
Geçen yüz yıl derken?
Bakın, 13.yy Nasrettin Hoca “Ye kürküm ye” demiş.
16.yy da Fuzuli, “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” demiş.
Örnekleri olabildiğine arttırabiliriz. Fakat sonuçları değiştirmek için toplumsal ahlaki değerleri yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.
Fıkra komik olabilir ancak memleketteki geçim sıkıntısı gittikçe artıyor. Orta direk dediğimiz insanlar gittikçe daha alt tabakada yer alan insanların alım gücüne doğru hızla ilerliyor. İlginç olan ekonomik açıdan iyi olan insanların sesi daha çok çıkıyor. Bu güzel bir şey aslında. Ne de olsa “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” gibi haksızlığa sessiz kalmamamız gereken bir pusulamız var aslında. Lakin görebilene!
Ülkemiz öyle fakir, kurak ve çorak bir ülke olsa yaşananlara şükredebiliriz. Lakin biz aslında çok zengin bir coğrafyada yüzlerce yıldır liyakatin işlemediği bir sistemde yaşıyoruz. Kapınızda son model arabanız var ancak deposunu doldurup gezemeyeceğiniz halde olduğunuzu düşünün. Üstelik bu durum yalnızca günümüzün siyasetçileri ile alakalı değil. Yüzyıllardır böyle.
Ülkenin bütün üst düzey yöneticileri ve bürokratları klasik bir işletme körlüğü yaşıyorlar. Satranç oynarken aşırı yoğunlaştığımız zaman doğru hamleyi göremeyiz oldukça zorlaşabilir. Ancak dışardan biri bakınca ya da dikkatimizi başka yöne kaydırdığımızda doğru hamleyi hemen fark edebiliyoruz.
Geçmiş yıllarda ülkemizde teknik direktörlük yapan Slaven Bilic bir röportajında ülkenin demografik yapısını çok güzel özetlemişti. “Türkiye de temel problem şu; bilgisi olanın yetkisi yok, yetkisi olanın bilgisi yok.” Özetle dışardan bir göz bile asıl sorunumuzun ne olduğun rahatlıkla görebiliyor. Peki ya biz? Takım tutar gibi parti tutma hastalığımız. Bu konu çok uzar.
Şarkı yine bitti. Yazım da…
Müsaadeniz ile ben tekrardan dinlemek istiyorum. Mutlu günler.
“Her şey karanlık, nerde insanlık. Kula kulluk edene yazıklar olsun.”
Olsun vallahi!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
SERDAR ŞİMŞEK
FIKRA GİBİ YAŞIYORUZ
Günlerden bir gün Amerika başkanı Bill Clinton, İngiltere başbakanı Tony Blair ve merhum eski başbakanımız Bülent Ecevit bir davette ayaküstü sohbet ederlerken, konu çalışanlarına verdikleri asgari ücrete gelir.
Bill Clinton: Ben çalışanlarıma ayda 8.000 dolar maaş veriyorum. 2.000 dolar giderleri oluyor. Geriye 6.000 dolar ile zevki sefa sürüyorlar.
Tony Blair: İnanın ben daha iyisini yapıyorum. Ayda 10.000 pound maaş veriyorum. 2000 pound giderleri var. Geriye kalan 8.000 pound ile çok mutlu yaşıyorlar.
İkisi birlikte dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e bakarlar.
Ecevit: Bana bakmayın öyle! Ben ayda 25.000 lira veriyorum. Onlar en az 35.000 lira kredi kartı ödüyorlar. İnanın, o 10.000 lirayı nerden buluyorlar ben de bilmiyorum.
Sayılara çok takılmayın fıkra az biraz trajikomik. Gerçekler ise alt satırlardaki gibi.
Ben bu yazıyı yazarken bilgisayarımdaki klavye tuşlarına Orhan Gencebay şarkısı eşlik ediyor. Tavsiye ederim siz de bu yazıyı okurken dinleyin lütfen! Şarkının adı “Yazıklar Olsun.” Bu arada şarkı bitti, baştan alıyorum. Ne güzel söylüyor ya “ Kula kulluk edene yazıklar olsun… “
Geçen onca yüz yıla bakınca değişen hiçbir şey olmamış değil mi?
Geçen yüz yıl derken?
Bakın, 13.yy Nasrettin Hoca “Ye kürküm ye” demiş.
16.yy da Fuzuli, “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” demiş.
Örnekleri olabildiğine arttırabiliriz. Fakat sonuçları değiştirmek için toplumsal ahlaki değerleri yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.
Fıkra komik olabilir ancak memleketteki geçim sıkıntısı gittikçe artıyor. Orta direk dediğimiz insanlar gittikçe daha alt tabakada yer alan insanların alım gücüne doğru hızla ilerliyor. İlginç olan ekonomik açıdan iyi olan insanların sesi daha çok çıkıyor. Bu güzel bir şey aslında. Ne de olsa “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” gibi haksızlığa sessiz kalmamamız gereken bir pusulamız var aslında. Lakin görebilene!
Ülkemiz öyle fakir, kurak ve çorak bir ülke olsa yaşananlara şükredebiliriz. Lakin biz aslında çok zengin bir coğrafyada yüzlerce yıldır liyakatin işlemediği bir sistemde yaşıyoruz. Kapınızda son model arabanız var ancak deposunu doldurup gezemeyeceğiniz halde olduğunuzu düşünün. Üstelik bu durum yalnızca günümüzün siyasetçileri ile alakalı değil. Yüzyıllardır böyle.
Ülkenin bütün üst düzey yöneticileri ve bürokratları klasik bir işletme körlüğü yaşıyorlar. Satranç oynarken aşırı yoğunlaştığımız zaman doğru hamleyi göremeyiz oldukça zorlaşabilir. Ancak dışardan biri bakınca ya da dikkatimizi başka yöne kaydırdığımızda doğru hamleyi hemen fark edebiliyoruz.
Geçmiş yıllarda ülkemizde teknik direktörlük yapan Slaven Bilic bir röportajında ülkenin demografik yapısını çok güzel özetlemişti. “Türkiye de temel problem şu; bilgisi olanın yetkisi yok, yetkisi olanın bilgisi yok.” Özetle dışardan bir göz bile asıl sorunumuzun ne olduğun rahatlıkla görebiliyor. Peki ya biz? Takım tutar gibi parti tutma hastalığımız. Bu konu çok uzar.
Şarkı yine bitti. Yazım da…
Müsaadeniz ile ben tekrardan dinlemek istiyorum. Mutlu günler.
“Her şey karanlık, nerde insanlık. Kula kulluk edene yazıklar olsun.”
Olsun vallahi!