Hepimiz gündelik yaşantımızda ilgi alanlarımızın yer aldığı konuların tamamında zaman zaman “La havle” çekiyoruz. Sonra da sorumluluklarımızın farkına vararak bir konu hakkında ya fikrimizi ortaya koyuyoruz ya da çekimser kalıyoruz. Ancak bulunduğumuz hayatta yapacağımız küçücük bir şey “kelebek etkisi” yaratmakta. Kıymetli okurlarım olayları anlatırken fıkralardan ya da hikâyelerden yola çıktığımı biliyorsunuz artık. Son günlerde yaşanılanlar aşağıdaki hikâye ile çok ilintili diye düşünüyorum.
1950’li yıllardan önce bir köye hırsızlar dadanır. Geçmişteki yoksul halkın evinde en değerli şeyler bellidir. Durumu biraz iyi olanın ahırında birkaç küçük ya da büyükbaş hayvanı vardır. Hırsızlar önce onu çalar. Daha sonra varsa kapıda atı, eşeği ya da köpeği onu da götürürler. Yoksul olan insanların evinde bu da olmadığı için en değerli şeyler mutfak araç gereçleridir. Kap/kacak, bardak/tabak vs. Onun dışında değerli olan şey ise yatak, yorgan ve döşektir.
Köydeki yoksul evlerden birine giren hırsızlar, mutfak eşyalarını çalarken yer yatağında yatan kadın uyanarak. Eşine “Bey Bey uyan, evde hırsız var!” der. Adam da karısına ‘’Görüyorum, sessiz ol! ‘’ diyerek cevap verir. Bir süre sonra hırsızlar içeriye tekrardan girip yerde uyumakta olduklarını düşündükleri karı/kocanın üzerindeki battaniyeyi alıp kaçarlar. Kadın kocasına “Görmüyor musun? Battaniyeyi de aldılar ’’ der. Adamsa karısına dönüp ‘’Erkeklerse, azıcık yürekleri varsa gelip altımızdaki döşeği alsınlar diye yükselir.Özetle çeşitli yörelerde bu örnek olay gibi hikâyeler ya da deyimler çokça mevcuttur. Eminim okurken sizin aklınıza da benzer bir hikâye gelmiş olabilir. Zaman hızla değişir lakin hikâyeler hep benzerdir. Bu hayatı “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek yaşamaya devam eden insanlar er ya da geç ok yılanın zehrine maruz kalır. Çevremizde yaşanılan şeylere karşı duyarsızca yaşamak bizi hiç-sizleştirir ve hissizleştirir. İlk emri “Oku” ve İstiklal Marşı “Korkma” olan bir toplumun gittikçe cehalete doğru koşup, korkarak yaşamaya hakkı yoktur. Hepimiz aynı gemideyiz. Hikâyelerimiz ve fıkralarımız birbirine çok benzer. Rüzgâr durduysa küreklere asılmanın vakti gelmedi mi?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
SERDAR ŞİMŞEK
Serdar Şimşek'in Kaleminden Yorgan/Döşek
Hepimiz gündelik yaşantımızda ilgi alanlarımızın yer aldığı konuların tamamında zaman zaman “La havle” çekiyoruz. Sonra da sorumluluklarımızın farkına vararak bir konu hakkında ya fikrimizi ortaya koyuyoruz ya da çekimser kalıyoruz. Ancak bulunduğumuz hayatta yapacağımız küçücük bir şey “kelebek etkisi” yaratmakta. Kıymetli okurlarım olayları anlatırken fıkralardan ya da hikâyelerden yola çıktığımı biliyorsunuz artık. Son günlerde yaşanılanlar aşağıdaki hikâye ile çok ilintili diye düşünüyorum.
1950’li yıllardan önce bir köye hırsızlar dadanır. Geçmişteki yoksul halkın evinde en değerli şeyler bellidir. Durumu biraz iyi olanın ahırında birkaç küçük ya da büyükbaş hayvanı vardır. Hırsızlar önce onu çalar. Daha sonra varsa kapıda atı, eşeği ya da köpeği onu da götürürler. Yoksul olan insanların evinde bu da olmadığı için en değerli şeyler mutfak araç gereçleridir. Kap/kacak, bardak/tabak vs. Onun dışında değerli olan şey ise yatak, yorgan ve döşektir.
Köydeki yoksul evlerden birine giren hırsızlar, mutfak eşyalarını çalarken yer yatağında yatan kadın uyanarak. Eşine “Bey Bey uyan, evde hırsız var!” der. Adam da karısına ‘’Görüyorum, sessiz ol! ‘’ diyerek cevap verir. Bir süre sonra hırsızlar içeriye tekrardan girip yerde uyumakta olduklarını düşündükleri karı/kocanın üzerindeki battaniyeyi alıp kaçarlar. Kadın kocasına “Görmüyor musun? Battaniyeyi de aldılar ’’ der. Adamsa karısına dönüp ‘’Erkeklerse, azıcık yürekleri varsa gelip altımızdaki döşeği alsınlar diye yükselir.Özetle çeşitli yörelerde bu örnek olay gibi hikâyeler ya da deyimler çokça mevcuttur. Eminim okurken sizin aklınıza da benzer bir hikâye gelmiş olabilir. Zaman hızla değişir lakin hikâyeler hep benzerdir. Bu hayatı “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek yaşamaya devam eden insanlar er ya da geç ok yılanın zehrine maruz kalır. Çevremizde yaşanılan şeylere karşı duyarsızca yaşamak bizi hiç-sizleştirir ve hissizleştirir. İlk emri “Oku” ve İstiklal Marşı “Korkma” olan bir toplumun gittikçe cehalete doğru koşup, korkarak yaşamaya hakkı yoktur. Hepimiz aynı gemideyiz. Hikâyelerimiz ve fıkralarımız birbirine çok benzer. Rüzgâr durduysa küreklere asılmanın vakti gelmedi mi?